Athena, Apollon, Hebe...Bu tanrılardan çok var. Neredeyse tüm batı kültür ve medeniyeti bu tanrıların üzerine kurulu.  Athena şehirlerin, kentlerin koruyucusuydu ve biz ona hizmet ettik, sayesinde mimari gelişti...Apollon, kendisi en entellektüel tanrılardan...Biz ona inandık ve güzel resimleri, şiirleri, heykelleri, şarkıları onun için ürettik. Sanatın onunla sanat olduğunu hepimiz biliriz. Keza gençlik tanrısı Hebe'ye layık olmak için kozmetiği geliştirdiğimizi söylemek pek yanlış olmaz sanırım...



Eski halk tanrıları... Onlar var mıydı? Hayır, bence onlar birer semboldü ama tapıldıkları dönemde neredeyse her türlü yenilik, her türlü gelişme onlar sayesinde oldu...Onlar belki hiç var olmadılar ama biz onları bu şekilde öğrendik. Çünkü geçmişte yaşanan bunca gelişmeyi  metafor kullanarak anlatmak hem çok daha işe yarar, hemde kolay bir yol.



Şimdi dönüp bakınca geçmişe, bundan yıllar belkide yüzyıllar sonra modern bir Homeros'sun çıkıp, şöyle dediğini duyar gibiyim; "Tüketim tanrısı "Consumptios" ve Üretim tanrıçası "güzeller güzeli Productios'un" dillere destan aşkının en tatlı meyvesi oldu, teknoloji tanrısı IT..." Bilmeden tapındığımız, yokluğunda nasıl yaşayacağımızı bile bilemediğimiz bu tanrıya nasıl kölelik ettiğimizi, onu mutlu etmek için her gün nasıl çalıştığımızı, sebebini bilmeden nasıl geliştirdiğimizi ... Eskilerin bakire kızları, tanrılara kurban ettikleri gibi, bizlerinde teknoloji tanrısı IT'ye kurban ettiklerimizi...



İnsan sormadan edemiyor, "Nereye kadar geliştireceğiz?"...Ahh bu "dünyanın sonunda ne var?" duygusu...



Büyük İskender'in neden Pers'te durmadığının sebebidir kanımca bu duygu. Hep daha da ileri gitmek istedi, hemde dünyanın sonuna kadar... Gitti, gitti, yıllarca sürdü bu gidiş... Ülkesinden ayrı, halkından uzakta, ardında sahipsiz bir dünya bırakarak gitti. Sonunda dünyanın ucu zannedikleri dağın ardında uçsuz bucaksız bir göle ulaştılar.



Daha da gitmek isterdi aslında ama yanındaki düşünürler (ülkenin menfaati için böylesinin daha uygun olacağını düşünerek) "işte sayın İskender, burası dünyanın sonu" dediler... Karşı yakası gözükmeyecek kadar büyük bir göldü burası. (Hazar Gölü) Dünyanın sonu zannettiği yerde, başka bir sonsuzluk başlıyordu ve bunun da sonunu görmek için olduğundan daha da büyük olmalıydı büyük İskender... Fakat ne kendisi o kadar büyüktü, ne de dünya zannettiği kadar küçük...



Ne mi hissetti? Koca bir hayal kırıklığı! Evet dünyanın sonu gerçekte bu değildi ama o böyle zannetmişti. Dünyanın sonunun sadece ve sadece bir kıyıdan ibaret olduğunu anladığı için kırıldı yüreği, belki bilinmeyeni gerçekten görseydi bu büyük ızdırapla hiç tanışmazdı ama ne mümkün...



Bana kalırsa Büyük İskender o gencecik yaşta ishalden falanda ölmedi. Böylesine bir hayatın, böyle güzel bir dünyanın sonunun sadece bir kıyıdan ibaret olduğunu yediremedi kendisine...Artık hiç bir amacı kalmamıştı. Tüm bu hayat bir kıyıdan ibaretti ve artık yaşaması için bir sebep yoktu.



Peki ya gerçekten dünyanın sonuna giden yol bu muydu?  Hayır bu yol, o yol değil maalesef...



Keşfetmek, ilerlemek, geliştirmek... Dikkatli bakınca bu tabelaların hepsi aynı yanlış yönü gösteriyor; İskender'in yolunu... Bu yolda ilerledikçe, her bir yeni adımda sona yaklaşmanın verdiği hazla heyecanlanırız, mutlu oluruz, aynı İskender'in de olduğu gibi.. Bir sonraki adımının gücünü, bir öncekinden alarak ilerleyen herkes gibi...



Aslında tüm bu yollar Hazar Gölüne çıkar. Bittiğini sandığımız yerde, kocaman bir göl vardır. Bu göl dünyanın kendisidir, çünkü merakınızı kilometreler(somut bulgular) ile giderirseniz dünyanın sonu yoktur, dünya yuvarlaktır...



Merak; dünyanın sonunu sorduran duygunun ta kendisidir, ama merak dünyanın sonunu bulduran şey değildir.



Teknolojiyi niye geliştirdiğimizin, keşifleri neden baş tacı ettiğimizin sebebini, Büyük İskenderin içgüdüsünden daha farklı tarif edebilir miyiz? Acaba teknolojinin sonunda ne var...samanyolundan sonra ne var... en sondan sonra ne var...



Sanki merakımızın peşinden İskender'in yöntemiyle(km. hesabı) koşunca dünya yuvarlakta, teknoloji ile koşturunca mi değil? Teknoloji ile aşabileceğimiz yolların sonunda da başka bir hazar gölü çıkar karşımıza, yıkılırız. Ve ruhumuzun selameti için bu kıyıları dünyanın sonu kabul etmekte fayda var.











Not: Tanrılar ile insanlar arasında ki en belirgin fark, birinin ölümlü diğerinin sonsuz olması. İnsan bir sonu olduğunu bilir ve bununla yaşar. İnsan üzerinde bulunduğu bu dünyayı ve içinde bulunduğu tüm bu evreni hep kendisi gibi sonlu zannetmiş. Sonsuzluk sanırım insanoğlunu rahatsız eden bir duygu. Bünye kabul etmiyor bir türlü. Mutlaka bir son olduğunu düşünüyor ve o sonu bulmaya çalışıyor.



Sonsuz bir evren olamaz... bir sonu olmalı.

Sonsuz bir dünya olamaz...bir sonu olmalı.

Sonsuzluk da ne demek... bir son mutlaka olmalı....





Bir sonun olmadığını yada olmasının zorunlu olmadığını anladığımız gün, belki tüm bu koşuşturmaya, telaşa ve meraka bir son vereceğiz. İşte bu da benim mevcut dünyanın, yaşamın sonu olarak düşündüğüm yer... :)



Benimde bünyem henüz bu sonsuzluk kavramını kabul etmiş değil. Bir son mutlaka olmalı...